Searching...
29 Haziran 2014 Pazar
02:15 0

Solucan Delikleri


Bilim kurgunun dünyasında, zaman yolculuğu hala açık ara en havalı şey. Maalesef ki gerçek hayat, fizik kuralları ve onunla birlikte gelenler, bir solucan deliğinin açılması ve zaman yolculuğu yapmamızı temel olarak çürütüyor. Tabi eğer foton değilseniz. Cambridge üniversitesinden Luke Butcher’ın yazdığı makaleye göre: Solucan deliğinin potansiyel formu, bir fotonun içinden geçebileceği bir süre kadar açık tutulabilir. Makale Physical Review D dergisine sunuldu vearXiv.org’da açık erişimli olarak yayınlandı.

Solucan delikleri ilk kez Albert Einstein ve Nathan Rosen tarafından 1935’te önerildi. Esasen solucan delikleri, gezgini uzay-zaman sürekliliğinin sınırlamalarından kaçmasını sağlayan kuramsal girdap benzeri geçitlerdir. Bir solucan deliği paralel bir evrene götürebildiği gibi, aynı evren içinde farklı bir nokta ve farklı bir zaman dilimine de götürebilir. Ancak solucan delikleri aşırı derecede kararsızdırlar ve seyahat etmemize yetecek kadar uzun süreyle açık tutulamazlar.

Fizikçiler, solucan deliklerini güçlendirmenin ve onu açık tutabilmenin yollarını düşünmeye başladılar. 1988’de Caltech’den bir takım negatif enerjinin bu işi görebileceğini önerdi. Pozitif enerji maddeyi çekip solucan deliğini kapanmaya zorlarken, negatif enerji de tam tersini yaparak onu açık tutacaktı.

O zaman ki araştırmacılar Casimir enerjisini solucan deliğini istikrarlı hale getirmek için negatif enerjinin kaynağı olarak kullanma fikrini araştırmaya başladılar. Vakum ortamında (uzay gibi) yan yana iki pürüzsüz paralel yüzey, aralarında enerjiyi (pozitif ya da negatif olması duruma bağlı olarak) tutan kuantum etkilerini geçirir. Eğer solucan deliği girdabı başlamışsa ve negatif enerji tam merkezine yerleştirilirse bu, deliği açık tutup çökmeyi yavaşlatacaktı.

Ancak hâlâ bir problem vardı. Solucan deliğinin kendisi çok küçük olacaktı. Bilim kurguda tasvir edilenlere bakarsak, solucan delikleri yolcuların büyük uzay gemileriyle içlerinden kolaylıkla geçebileceği geniş açık açıklıklardır. Gerçekte, eğer solucan deliği var olsaydı bile, insanların içinden geçemeyeceği kadar küçük olurdu. Butcher, insanlar solucan deliğinden geçemiyor olabilir ama fotonlar belki geçebilir diye akıl yürüttü.

Butcher, önceki araştırmaları temel alarak yeni hesaplamalar yaptı. Yeni tasarımı bir solucan deliğini açık tutmaya yetmeliydi, ama çok uzun ve dar olmak zorundaydı. Ancak yeniden normalleştirilmiş Casimir enerji yoğunluğu sıfır olduğundan, negatif enerjiyi doğru pozisyona koymak için iyi bir yöntem yoktu. Butcher makalesine şöyle yazıyor:

"Ne var ki, negatif Casimir enerjisi bir solucan deliğinin aşırı yavaş bir şekilde çökmesini sağlıyor. Boğaz açıklığı arttıkça, ömrü de sınırsız olarak uzuyor. Bu boğazın, merkez bölgesinin bir ışık atımı tarafından rahatlıkla geçilebileceği kadar yavaş kapandığını ortaya koyduk."

Butcher’ın hesaplamaları tamamen doğru olsa ve bir solucan deliğini bir fotonun geçebileceği kadar uzun süre açık tutabilsek bile, hayatınız boyunca hayalini kurduğunuz, geçmişe gidip Cleopatra’yla tanışmanın gerçek olacağı anlamına gelmiyor. Bu makale sadece solucan deliğini açık tutmakla ilgili, bir kişiye veya bir fotona içeri girdiğinde ne olacağını kapsamıyor. Şimdilik Mr. Peabody & Sherman ile idare etmek zorundasınız.

Çeviren: Barışcan Tunalı (Evrim Ağacı Okuru)

Kaynak: IFLS
27 Haziran 2014 Cuma
01:52 0

240 milyon ışık yılı uzaklıktan ‘sinyal var’

 

240 milyon ışık yılı uzaklıktan ‘sinyal var’

NASA ’ya bağlı Chandra X-ray Gözlemevi ve Avrupa Uzay Ajansı’nın XMM_Newton uydusu alışılmışın dışında x-ray sinyalleri algıladı. Bu sinyaller 240 milyon ışık yılı uzaktaki Perseus galaksi kümesinden geliyor.

Tespit edilen x-ray dalga boyunun daha önce görülmemiş bir yoğunlukta olduğu söyleniyor. Sinyalin kaynağı bilinmemekle beraber, bilim adamlarının durumlar ilgili çeşitli açıklamaları var. Bazıları bunun parçalanmış nötrinolardan kaynaklanıyor olabileceğini söylerken, yapılan diğer bir açıklama ise sinyallerin karanlık maddeyle ilişkili olduğuydu.
Evrenin %85’inin karanlık maddeden oluştuğuna inanılıyor. Fakat ışığı emip yansıtamadığından görülemiyor ve varlığı kanıtlanamıyor.
NASA’nın yaptığı açıklamaya göre sinyallerin kaynağının ve varlığının açıklanması için daha çok araştırma yapılması gerekiyor.
Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/news/2014_06_27/milyon-isik-yili-uzakliktan-sinyal-var/
kaynak : http://turkish.ruvr.ru/news/2014_06_27/milyon-isik-yili-uzakliktan-sinyal-var/
00:21 0

Atom çarpıştırıcı Cern deneyi




CERN Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi anlamına gelen Fransızca Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire sözcüklerinin kısaltmasıdır. Bu kurum, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülkenin katılımıyla kurulmuş olan CERN'in günümüzde 21 asil üyesine ilaveten Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 8 gözlemci üyesi vardır.


Personel 

CERN'de yüzlerce bina, 3000 kişilik destek personeli ve CERN personeli olan 2500 kadar fizikçi vardır. Bunlardan 100 kadarı kuramsal fizikçilerdir. Diğerleri ise, çeşitli kuramların araştırıldığı deney düzeneklerinin projelerini hazırlayan, yapımını sağlayan ve deneyleri yürüten deneysel fizikçiler ve mühendislerdir. CERN'ün kendi personeline ek olarak dünyanın seksen ülkesinden yaklaşık 8000 kadar fizikçi ve mühendis de CERN'de yer almaktadır.

Bilimsel başarılar 

  • 1973: Gargamelle'de nötr akım bulundu.;[1]
  • 1983: W ve Z bozonları UA1 ve UA2 deneylerinde bulundu UA s;[2]
  • 1995: PS210 deneyinde ilk anti hidrojen atomları üretildi.;[3]
  • 1999: NA48 deneyinde CP simetrisi bulundu;[4]
  • 2010:38 Antihidrojen atomu saniyenin 6'da 1'i boyunca kapana kıstırıldı.;[5]
  • 2011: Antihidrojen atomları 15 saniye boyunca tutuldu.;[6]
  • 2012:Higgs bozonuna benzeyen 125 GeV/c2 ağırlığında bir bozon tespit edildi.[7]
CERN'de en önemli yer, yeraltındaki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) denilen parçacık hızlandırıcılarının, olduğu bölgedir. Tarım arazisinin altında kilometrelerce uzanan dev makinalarda proton denilen atom parçacıkları yahut atom çekirdekleri birbirleriyle çok yüksek hızlarda çarpıştırılırlar. Örneğin özel görelilik kuramına göre LHC'deki protonlar ışık hızının %99.999998'sine kadar hızlanınca protonun kütlesi de 7000 katına (7 TeV) çıkacaktır. 1956'da kurulan 28 GeV'lik eşzamanlı proton hızlandırıcısından sonra 1976'da da 450 GeV'lik bir başka hızlandırıcı daha kulanıma girdi. 1981'de geliştirilerek çarpışma halkası olarak kullanılabilecek duruma getirilen bu cihazdan bugün, dönüşümlü olarak parçacık hızlandırıcısı ve çarpıştırıcı olarak faydalanılmaktadır. Çarpışmalar ile bazı kısa ömürlü yeni madde biçimleri bu arada parçacık fizikçilerinin ilgilendiği W ve Z parçacıkları ortaya çıkarılmıştır. CERN, Avrupa'nın fizik alanında Amerika ve Rusya ile yarışa girmesini sağlamıştır.

Üye olan ülkeler 

Kurucu ülkeler: (1954'ten)
Sonradan katılan ülkeler:
Katılım süreci devam eden ülkeler:[8][9]
1954'den beri gözlemci konumunda olan ve CERN'in kuruluşunda rol almış bir uluslararası örgüt olan UNESCO dışında, ülke bazında gözlemcillere bakıldığında, en eskisi Türkiye (1961), en yenisi Hindistan'dır (2002).[10]

Vıkıpedı

26 Haziran 2014 Perşembe
12:31 0

Hubble Teleskobunun Son Sınırları



Hubble Uzay Teleskobu (HUT), ismi Amerikalı astronom Edwin Hubble'ın anısına verilmiş; Nisan 1990'da STS-31 Görevi esnasında Uzay Mekiği Discovery tarafından Dünya etrafındaki yörüngesine taşınmış bir uzay teleskopudur. İlk uzay teleskopu olmamasına rağmen, HUT en büyüklerindendir ve birçok üstün özelliğe sahiptir. Ayrıca hem hayati öneme sahip bir araştırma aracı olması hem de astronomi için etkili bir halkla ilişkiler unsuru olması nedeniyle çok tanınmıştır.

HUTNASA ve Avrupa Uzay Ajansı (ESA) arasında ortak bir çalışmadır ve Compton Gama Işını GözlemeviChandra X-ışını Gözlemevi ve Spitzer Uzay Teleskobu projelerinden oluşan NASA'nın Büyük Gözlemevleri programının bir parçasıdır.[3]
Uzay teleskopların yapımı ilk olarak 1923'te düşünüldü. HUT için 1970'lerde, 1983'te uzaya gönderilmesi hedefiyle fon bulundu ancak proje teknik gecikmeler, bütçe sorunları ve Challenger faciası nedeniyle gecikti. 1990'da yörüngeye yerleştirildikten sonra bilimadamları ana aynanın teleskopun çalışmalarını kısıtlayacak şekilde yanlış yerleştirildiğini tespit etti. 1993 yılında bir uzay mekiği yolculuğunda bu sorun giderildi.


HUTDünya atmosferinin dışında konumlanması sayesinde, yeryüzündeki teleskoplara kıyasla pek çok avantaja sahip olabilmektedir: Atmosferin olumsuz etkilerinden (Görüntüde bulanıklık ve havadaki partiküllerden yansıyan ışığın oluşturduğu arka-plan kirliliği gibi) bağımsız görüntü elde edilmesinin yanı sıra, Ozon tabakası tarafından tutulan morötesiışığın gözlemlenmesi ancak bu şekilde mümkün olabilmektedir.
1990 yılında fırlatılmasının ardından, astronomi tarihindeki en önemli enstrümanlardan biri haline gelmiştir. Astronomlarınastrofizik alanındaki temel problemlerine çözüm bulmakta büyük yarar sağlamıştır. Hubble teleskopu tarafından kaydedilmiş olan Hubble ultra derin alan adlı fotoğraf, bugüne kadar görünür ışık ile en uzak mesafeden alınmış detaylı görüntüdür. Birçok Hubble gözlemi, en kesin biçimde hesaplanan evrenin genişleme oranı gibi astrofizik alanında birçok çığır açıcı sonuç doğurmuştur.

HUBBLE DETAYLAR


HUT, uzayda bakımı astronotlar tarafından yapılacak şekilde tasarlanmış tek teleskoptur. Sonuncusu Mayıs 2009'da olmak üzere beş adet bakım uçuşu gerçekleştirilmiştir. İlk servis uçuşu Aralık 1993'te Hubble'ın görüntüleme hatasının düzeltilmesi için gerçekleştirildi. 2, 3A ve 3B bakım uçuşları sırasında çok sayıda alt sistem onarılmış ve birçok gözlem cihazı daha modern ve yetkin olanlarıyla değiştirilmiştir. Ancak 2003 yılında Columbia Uzay Mekiği'nin yaşadığı kazadan sonra beşinci bakım uçuşu güvenlik gerekçeleri ile iptal edildi. Uzun tartışmalardan sonra NASA kararını tekrar gözden geçirdi ve kurumun yöneticisi Mike Griffin son kez olmak üzere bir servis uçuşu yapılmasına karar verdi. STS-125 Mayıs 2009'da gerçekleştirildi; iki yeni cihaz takıldı ve çok sayıda tamir yapıldı. Yeni cihazların test ve düzeltmelerinin sorunsuz olması durumunda HUT rutin işlemlerine Eylül 2009'da tekrar başlayacak.
Son uçuşta yapılan bakım ile 2014'te uzaya gönderilmesi planlanan ve HUT'un ardılı olan James Webb Uzay Teleskopu(JWUT), çalışmaya başlayana kadar HUT'un görev yapması beklenmektedir. (JWUT) birçok açıdan daha üstün astronomik araştırma programlarına sahip olacak ancak kızılötesi gözlem yapacağından dolayı Hubble'ın spektrumun görünür veultraviyole ölçeğinde gözlem yapma yeteneğini (yerine geçmeyecek) tamamlayacak.




09:35 0

Uluslararası Uzay Istasyonundan 24 saat Canlı Yayın

  canlı yayın ıcın tıklayın   

Uluslararası Uzay İstasyonu - VİKİPEDİ

luslararası Uzay İstasyonu (UUİİngilizceInternational Space Station (ISS)), alçak Dünya yörüngesine yerleştirilmiş bir uzay üssü, başka bir tabirle üzerinde yaşanabilen yapay bir uydudur. Bir araya getirilen modüllerin birleştirilmesiyle inşa edilmiş olan istasyonun ilk kısmı 1998 yılında fırlatılmıştır.[1] İstasyonun yapısı temel olarak basınçlı modüller, destekleyici dış iskelet ve güneş panellerinden meydana gelmektedir. Dünya yörüngesinde bulunan en büyük yapay uydudur.[2] Uygun saatlerde yeryüzünden bakıldığında çıplak gözle görülebilmektedir.[3][4]
UUİ, deneyler için uzay ortamı ve düşük yerçekimi ortamı sağlayan bir laboratuvar merkezidir. Mürettebatın biyolojifizyolojifizik,kimyaastronomimeteoroloji ve daha birçok dalda deneyler yapmasına olanak verir.[5][6][7] İstasyon ayrıca Ay ve Mars görevlerinde kullanılması planlanan ekipman ve sistemlerin, kullanım öncesi uzayda test edilmeleri için çok uygun bir ortam sağlar.[8]
Uzaydaki en uzun kesintisiz olarak insan bulundurma rekorunu elinde tutan istasyon, Keşif 1 mekiğinin 2 Kasım 2000 tarihinde istasyona varmasından bu yana, uzay mürettebatını 4984 gündür kesintisiz olarak barındırmıştır ve barındırmaya devam etmektedir. Bir önceki rekor, 3644 gün ile Sovyet uzay istasyonu Mir'e aitti.[9] UUİ, bugüne kadar 15 farklı milletten astronot ve kozmonota ev sahipliği yapmıştır.[2]
Uluslararası Uzay İstasyonu programı, beş katılımcı uzay kuruluşu tarafından oluşturulmuş ortak bir projedir, bu kuruluşlar ABD Ulusal Havacılık ve Uzay DairesiRusya Federal Uzay AjansıJaponya Uzay Araştırma AjansıAvrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı'dır.[10][11] İstasyonun mülkiyet ve kullanım hakları hükümetler arası antlaşmalar ve sözleşmelerle belirlenmiştir.[12]İstasyon, Rus Yörünge Bölümü ve Amerika Birleşik Devletleri Yörünge Bölümü olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. İstasyonun yörünge yüksekliği 330 km. ilâ 435 km. arasında değişmektedir. İstasyon zamanla azalan irtifasını arttırmak için Zvezda modülünün motorlarını veya ziyaretçi uzay araçlarını kullanır. Bir günde Dünya çevresinde 15,5 tur atar.[13]
ABD'nin bütçe arttırımına gitmesi sonucunda istasyonun görev süresi 2020 yılından 2024 yılına kadar uzatılmıştır, 2028 yılına uzatılması ise muhtemeldir.[14][15][16] Şu an projeye destek vermekte olan ve 2020 yılına kadar projeye destek vereceklerini açıklayan Rusya, Almanya, Fransa, Japonya ve Kanada gibi ülkelerin bu uzatmalı bütçeye katkı yapıp yapmayacakları henüz belirsizdir. Rusya Federal Uzay Ajansı, Uluslararası Uzay İstasyonu emekliye ayrılmadan önce istasyonu kullanarak, OPSEK adında yeni bir istasyon yapılması için teklif vermiştir. UUİ, bugüne kadar inşa edilen, içerisinde personel barındıran dokuzuncu istasyondur.


01:09 0

Orta Sınıfın Ahlakının Kökünde Ne Yatar?

Orta Sınıfın Ahlakının Kökünde Ne Yatar?

Kölelerin ahlaki değerlere isyanları tam olarak yaratıcı bir şekilde ve yeni değerleri ortaya çıkararak içerlemeilkesinde başlamaktadır ve bu, uygun eylem çıkışlarından yoksun oldukları için telafisini hayali bir intikamda bulmaya zorlanan yaratıkların yaşadığı bir içerlemedir. Her aristokrat ahlak, kendi taleplerini başarıyla onaylamaktan doğarken köle ahlakı en başından “kendi dışında”, “kendinden farklı” olan ve “kendi olmayan” her şeye “hayır” demektedir ve bu “ hayır” onun yaratıcı eylemidir. Değer veren bakış açısının bu cephe değişimi, yani tekrar öznele gitmek yerine kaçınılmaz olarak nesnele çekim “içerlemenin” tipik özelliğidir: Köle ahlakı varlığının koşulu olarak fizyolojik bir terminoloji kullanmak için dışa dönük ve nesnel bir dünya ve eylem yeteneği için de nesnel bir uyarıcı gerektirmektedir; onun eylemi de temelde bir tepkidir. Aristokratların değer sistemine baktığımızda tam tersi bir durum bulunmaktadır: Kendiliğinden hareket etmekte ve büyümektedir, kendi benliğine daha minnettar ve coşkulu bir “onay” vermek için kendi antitezini aramaktadır; “biz aristokratlar, biz iyiler, biz güzeller, biz mutluların” (hayat ve tutkuya doymuş) olumlu ve temel kavramıyla karşılaştırıldığında olumsuz kavramı “kaba”, “kötü” sadece soluk, ortaya geç çıkmış bir örnektir.
Aristokrat ahlakı yoldan çıktığında ve gerçekte kutsal şeylere saygısızlık yaptığında bu durum, yeteri kadar tanımadığı, aslında gerçek bilgisini hor görerek kendini koruduğu bu belirli katman ile sınırlıdır. Bazı durumlarda nefret ettiği katmanı yani bilinen kaba ve bayağı insanların katmanını yanlış değerlendirmektedir; diğer taraftan her durumda küçümseme, aşağılama, kibir durumunun, küçümseme amacını yanlış tanımladığı varsayılsa bile her zaman, elbette tasvirde, zayıfların düşman hücumlarında kinci nefreti ve kindarlığının, saldırıları niteleyecek olan hata derecesinden çok uzaklaşmış olacağı düşüncesine gereken ağırlık verilmelidir. Aslında kurbanını, gerçek canavarlığın gerçek karikatürüne dönüştürebilmek için küçümsemenin içinde güçlü bir aldırmazlık, ilgisizlik, sıkıntı, sabırsızlık ve hatta kişisel iftihar karışımı bulunmaktadır. Mesela Yunan soyluluğunun bütün kelimelere aktararak kendini normal insanlardan ayırdığı neredeyse iyiliksever nüanslarada dikkat edilmelidir; bir çeşit acıma, kaba insana ithaf edilen bütün sözler en sonunda “mutsuz”, “acınası” ifadeleri olarak hayatta kalana kadar ilgi ve düşüncenin ballı tadını sürekli nasıl dışavurduğunu unutmayın. Aristokrat insan nasıl kendine güvenerek ve açık sözlülükle yaşıyorsa, içerleyen adam ne samimidir, ne tecrübesizdir, kendine karşı ne dürüsttür ne de açık yüreklidir. Ruhu şaşı bakmaktadır; aklı saklı kuytuları, dolambaçlı yolları ve arka kapıları sevmektedir; kendi sözü, kendi güvenliği, kendi tesellisi gibi gizli her şey onu cezbetmektedir; sessizlikte, unutmamakta, beklemekte, geçici değersizlik ve alçaklık hissinde ustadır. Bu tür içerleyen insan soyu sonunda ister istemez diğer aristokrat ırklardan daha dikkatli olduğunu kanıtlayacaktır; dikkatliliği çok farklı bir şekilde, aslında varlığının çok önemli bir koşulu olarak onurlandıracaktır; aristokrat insanlar arasında dikkatlilik lüks ve nezaketin lezzetli tadını çalmaya eğilimliyken onların arasında bilinçsiz içgüdüleri yöneten işlevlerin tam kesinliği veya tehlikeye ya da düşmana karşı öfkeli ve cesur bir hamle gibi belirli bir dikkat yoksunluğu veya soylu ruhların her zaman birbirlerini tanımalarını sağlayan insanı kendinden geçiren öfke patlaması, aşk, saygı ya da minnet olarak hiç ayrılmaz bir parça rolü üstlenmeyecektir. Aristokrat insanın içerlemesi kendini açığa vurduğunda hemen gelen bir tepkiyle kendini bitirmekte ve tüketmektedir ve sonuçta hiçbir zehir aşılamamaktadır; diğer taraftan bu içerleme kendini sayısız durumda dışavurmamaktadır fakat zayıf ve basiretsizlerin durumunda bu, kaçınılmazdır. Eriyip giden plastik güç fazlalığına sahip güçlü mü güçlü doğanın işareti anlamına gelen, düşmanlarını, felaketlerini, kötü davranışlarını bir süreliğine olsun ciddiye alamama yeteneksizliği tamamen iyileştirmekte ve unutkanlığı üretmektedir. Aristokrat bir insanda düşmanları için bulunan saygı zaten bir sevgi köprüsüdür! Düşmanını, kendini ayırt eden özelliği olarak yanında tutmakta ısrarlıdır. Karakterinde nefret edecek hiçbir şey olmayan ama onurlanacak birçok şey olan bir kişi dışında düşman olarak kimseye hoşgörüsü yoktur. Diğer taraftan “içerleyen” insanın anladığı şekilde bir düşman hayal edin işte tam burası onun çalışmasını ve yaratıcılığını gördüğümüz noktadır; “şeytani düşman”, “şeytani olan” anlamıştır ve aslında bu, şimdi onunla çelişen ve onu karşılayan bir figür olarak “iyi olanı”, kendini, ta kendisini geliştirmesinin anafikridir.
Bu insanın yöntemi, anafikir “iyiyi” kendiliğinden ve doğrudan, yani kendi dışından anlayan ve bu maddeden daha sonra kendi için “kötü” kavramını yaratan aristokrat insanınkiyle oldukça çelişmektedir. Aristokrat insanın “kötüsü” ve tatmin olmamış nefretin kazanından çıkan bu “şeytanilik”, ilki bir benzetme, bir “ekstra”, bir ek nüans, ikincisi köle ahlakının kavramında orijinal, ilk ve temel eylem olarak bu iki “kötü” ve “şeytani” kelimeleri “iyi” fikrine karşı özdeş bir çelişkiye sahip olmalarına rağmen ne kadar da büyük bir farklılık gösteriyorlar. Fakat “iyi” fikri aynı değildir; en iyisi soruyu soralım: “İçerleme ahlakına göre kim gerçekten şeytanidir?” Bütün sertlikle şöyle cevap verilsin: Sadece diğer ahlakın iyi insanı, sadece aristokrat, güçlü olan, yöneten fakat içerlemenin zehirli gözüyle yeni bir renge, yeni bir anlamlanmaya ve yeni bir görünüşe dönüşmüş olan. Bu belirli noktayı inkâr edecek son kişi olmalıyız: “İyileri” sadece düşman olarak tanımayı öğrenen kişi aynı zamanda onları sadece “şeytani düşmanlar” olarak tanımamayı da öğrenmiştir;inter pares (eşitleri arasında) gelenek, saygı, âdet ve minnet olarak daha da fazla inter pares karşılıklı dikkat ve kıskançlık yoluyla kesin bir şekilde sınırlar içinde tutulan aynı insanlar, birbirleriyle ilişkilerinde özen, özdenetim, duyarlılık, gurur ve arkadaşlık göstermenin yeni yollarını bulan bu insanlar çemberleri dışındakilere göre (yabancı unsurun, yabancı bir ülkenin başladığı yerde) serbest bırakılan yırtıcı hayvanlardan daha iyi değildir. Orada bütün sosyal kontrol bağımsızlıklarıyla eğlenirler, vahşi hayatta toplumun huzuru içindeki kuşatılmışlık ve hapislik tarafından ortaya çıkarılan gerginliği dokunulmazlık altında açığa vurabileceklerini hissederler, yırtıcı hayvan vicdanının masumluğuna, büyük ihtimalle manevi bir cinayet, kundaklama, tecavüz ve işkence devresinden kabadayılık ve ahlaki bir ağırbaşlılık içinde dönen coşkulu canavarlar gibi, sadece yaramaz bir öğrencinin şakası yapılmış gibi şairlerin şarkı söylemek ve kutlamak için bolca konusunun olduğuna ikna olmuş şekilde geri dönerler. Bütün bu aristokrat ırkların çekirdeğindeki yırtıcı hayvanı; gasp ve zafere susamış bu muhteşem sarışın canavarı fark etmemek imkânsızdır; bu saklı çekirdeğin bazı zamanlar bir çıkışa ihtiyacı olmuştur; hayvanın yine serbest kalması, vahşi hayata dönmesi gerekir. Romalı, Arap, Alman ve Japon soyluları, Homeros kahramanları, İskandinav Vikinglerinin hepsi bu ihtiyaca gelince aynıdır. İlerledikleri bütün yollarda “barbarlığı” terk eden, aristokrat ırklardır fakat bu barbarlığın bilinci ve hatta içindeki gururu en gelişmiş medeniyetlerinde bile kendini göstermektedir (örneğin kutlanan cenaze söylevinde Perikles’in Atinalılara “Bizim cesaretimiz her toprakta ve denizde iyi ve şeytaniiçin her yere ölümsüz abidelerini inşa ederek bir yol açmıştır” demesi gibi). Aristokrat ırkların tabiri caizse bu deli, saçma ve istikrarsız cesareti; girişimlerinin hesap edilemeyen ve akıl almaz doğası, Perikles’in özel bir rahatlık ve görkemle bahsettiği Atinalılarının nitelikleri, güvenlik, vücut, yaşam ve rahatlığa olan aldırmazlıkları ve küçümsemeleri, bütün yıkımdan, zafer ve zulmün bütün coşkusundan aldıkları inanılmaz sevinç ve yoğun zevk, yani bütün bu özellikleri “barbarlık”, “şeytani düşman” belki de “Got” ve “Vandal” resminde bu yüzden acı çekenler için açıklığa kavuşturulmaktadır. İktidara geldiği an Almanların ateşlediği derin soğuk güvensizlik, günümüzde bile, hâlâ bu yüzyıllar boyunca Avrupalıların sarışın Töton hayvanının (eski Almanlarla bizim aramızda fiziksel bir yanla neredeyse hiç psikolojik ilişki olmamasına rağmen) hiddetine addettiği bastırılamaz korkunun kötü neticesidir. Bugün doğru olduğuna inanılan bütün medeniyetin tam özünün insanın, yırtıcı hayvanın, uysal ve uygar hayvanın, evcilleştirilmiş hayvanın dışında yetiştiği teorisinin gerçekliğine bakınca şüphesiz tepki ve içerleme içgüdülerinin hepsine medeniyetin gerçek araçları olarak bakmamız gerekir; bu araçların sahiplerinin medeniyeti temsil ettiği deyişiyle aynı anlama henüz gelmemiş olsa da bu teorinin yardımıyla aristokrat ırkları idealleriyle birlikte sonunda alçaltılmış ve ezilmiştir. Tam tersine dışavurulmaması gereken kindar içgüdülerin sahiplerinin, bütün Avrupalı olan ve olmayan kölelik, özellikle de Aryan öncesi nüfusun torunları yani diyorum ki bu insanların insanlığın çökmesini temsil ettiği olası değil somuttur. Bu “medeniyet araçları” insanlığa karşı bir ayıptır ve gerçekte medeniyete karşı bir argümandan ve medeniyetten neden şüphe duyulması gerektiği sorusundan daha fazlasını oluşturmaktadır. Kişinin, bütün aristokrat ırkların özünde yatan sarışın canavardan her zaman korkması ve tetikte olması kusursuzca haklı çıkarılabilir: fakat kim aynı zamanda hayranlık duyarken dönüşmüş, küçültülmüş, cüce ve zehirlenmişin nefret uyandırıcı görüntüsüne daima takılı kalma pahasına korkuya karşı dokunulmaz olmak yerine korkmayı yüz defa tercih etmez ki? Bu bizim kaderimiz değil mi? Bugün “insana” karşı olan nefretimiz nerden kaynaklanıyor? “İnsandan” çektiğimiz için bu konuda şüphe yoktur. Konu korku değildir, aslında insanlardan daha fazla korkacağımız başka bir şeyimizin olmamasıdır, solucan insanın göz önünde olması ve gittikçe üremesidir; sefil, vasat ve eğitici olmayan yaratık “uysal insanın” kendini bir amaç, bir zirve, bir alt anlam, bir tarihi ilke, bir “üstün insan” olarak görmesidir: evet, kokusu günümüzün Avrupa’sını kirletmeye başlayan aşırı çarpıklık, hastalık, tükenmişlik ve ruhsuzluğuyla çelişkili bir şekilde her hâlükârda büyük bir başarıya ulaştığını ve her hâlükârda hâlâ hayata “evet” dediğini hissettiği sürece kendini böyle görmeye hakkı olmasıdır.
Konunun dışına çıktığı kısa bir aradan sonra Nietzsche, “içerleme” psikolojisinin Hıristiyan “köle ahlakını” nasıl oluşturduğunu açıklar:
Aramızdan biri bu dünyada ideallerin nasıl üretildiği gizemine biraz hatta tam gözüne bakacak mı? Kimin bunu yapmaya cesareti var? Hadi!
Burada kirli atölyelere açılan bir manzaramız var. Bir dakika bekleyin sevgili Bay Meraklı ve Gözüpek; ilk önce gözünüzün göz yanıltan ışığa alışması gerekir - Evet! Yeter! Şimdi konuş! O aşağıda neler olup bitiyor? Açıkça söyle! En tehlikeli merakın çoğunu, ne gördüğünü söyle, dinliyorum.
“Hiçbir şey görmüyorum, daha fazlasını duyuyorum. Bütün köşe ve kuytularda dikkatli, kindar ve hafif bir fısıltı ve mırıldanma var. Bana yalan söylüyorlar gibi geliyor; sahte tatlı yumuşaklık her sese yapışmış. Zayıflık bir erdeme dönüştürülmüş, hiç şüphe yok, tıpkı söylediğin gibi.”
Başka!
“Karşılığı verilmeyen acizlik; korkak rezillik olan “iyiliğe”, nefret ettiklerine teslimiyet anlamına gelen alçakgönüllüğe ve itaate (yani bu teslimiyeti emrettiğini söyledikleri ve Tanrı dedikleri şeye itaate) dönüştürülüyor. Zayıfın mazlum karakteri, içinde zengin olduğu korkaklığı, kapıda beklemesi, zorla beklemek zorunda olması burada ayrıca ‘erdem’ de denilen ‘sabır’ gibi hoş isimler kazanıyor; öç alamamaya öç almak istememe, belki de bağışlama (onlar ne yaptıklarını bilmedikleri ve sadece biz onların ne yaptığını bildiğimiz için) deniyor. Ayrıca, ‘düşmanlarının sevgisinden’ bahsediyor ve böylelikle küfrediyorlar.”
Başka!
“Acınacak durumdalar, hiç şüphe yok, köşelerdeki bütün bu dedikoducular ve sahteciler birbirlerine daha da yaklaşarak ısınmaya çalışsalar da zavallılıklarının tıpkı birinin çok sevdiği köpeği dövmesi gibi onlara Tanrı tarafından bağışlanan bir ayrıcalık ve farklılık olduğunu; belki de bu zavallılığın bir hazırlık, deneme ve bir eğitim olduğunu; ayrıca bir gün telafi edilecek ve altına, daha da fazlası mutluluğa muazzam bir yatırımla geri ödenecek bir şey olduğunu söylüyorlar. Buna ‘Kutsanmışlık’ diyorlar.”
Başka!
“Şimdi bana sadece tükürüğünü yalamak zorunda oldukları kudretliden, yeryüzünün hâkimlerinden (Korkudan değil, kesinlikle korkudan değil! Tanrı bütün hâkimiyetin onurlandırılması gerektiğini emrettiği için) daha iyi olduklarını değil, her hâlükârda ‘daha iyi zamana’ sahip olduklarını, bir gün “daha iyi zamana” sahip olacaklarını söylüyorlar. Fakat yeter! Yeter! Artık dayanamıyorum! Kötü hava! Kötü hava! İdeallerin üretildiği bu atölyeler gerçekten en aptal yalanlar yüzünden pis kokuyor.”
Ayrıca bir dakika! İstediğin her türlü siyahtan beyazlık, süt ve masumluk üretebilen kara büyünün bu virtüözlerinin başyapıtları hakkında hiçbir şey söylemiyorsun; en küstah, hoş, becerikli ve yalancı sanatçı hileleri olan chef d’oeuvre (şaheser) ile nasıl bir nezaket derecesine ulaştıklarını fark etmedin mi? Dikkat et! İntikam ve nefretle dolu bu kiler hayvanları gerçekten de intikam ve nefretleriyle ne yapıyorlar? Bu sözleri duyuyor musun? Sadece sözlerine güvenmiş olsaydın, içerleyen insanların içinde olduğundan ve başka da bir şey olmadığından şüphe duyar mıydın?
“Şimdi anlıyorum, kulaklarımı yeniden açıyorum (ah! ah! ah! ve burnumu kapatıyorum). Çok sık söyledikleri şeyi ilk defa şimdi duyuyorum: ‘Biz iyiler, biz erdemliyiz; nefret ettikleri şey onların düşmanı değil, hayır, onlar ‘günahkârlık’ ve ‘tanrısızlık’ tan nefret ederler; inandıkları ve umut ettikleri şey intikam umudu, tatlı intikam zehirlenmesi (‘baldan da tatlı’, Homer böyle mi demişti?) değil erdemli Tanrı’nın “tanrısız” üzerindeki zaferidir; bu dünyada onların sevmesi için kalan şey nefret eden kardeşleri değil, dedikleri gibi, yeryüzündeki bütün iyi ve erdemli ‘seven kardeşleridir’.
Yaşamın bütün sorunlarına karşı onlara avuntu olarak hizmet eden şeyi, bekledikleri gelecek kutsanmışlığının fantazmagoryasını nasıl adlandırırlar?
“Nasıl mı? Doğru mu duydum? Ona ‘son karar’, krallıklarının ‘Tanrı’nın krallığının’ ilerlemesi derler fakat bu arada ‘inanç içinde’, ‘sevgi içinde’ ve ‘umut içinde’ yaşarlar.”
Yeter! Yeter!


Friedrich Nietzsche Ahlak Felsefesi ve İnsan Görüşü