Searching...
8 Temmuz 2014 Salı
23:13 0

Bilim insanları dünyanın en pis sokağını tespit etti

Londra’nın Kraliyet Üniversitesi uzmanlarına göre, Oxford Caddesi dünyanın en pis yeri. Haberi The Independent duyurdu.

Bilim insanları tarafından yapılan araştırma sonuçlarına göre, Londra’da Oxford Caddesi dünyanın en pis caddesi. Caddenin azot diyoksit olarak toksik kirlilik seviyesi dünyanın enyüksek kirlilik seviyesi olarak tespit edildi. Kullandıkları özel cihazlar sayesinde dünyanın en yüksek tehlikeli madde konsantrasyon değerini tespit eden araştırmacılar, değerin AB güvenlik normlarının birkaç kat üzerinde olduğunu da belirtti. Değer metreküpte 463 mikrogram olarak belirlendi. 
Toplu taşıt ve arabalarda kullanılan yakıtın yanması sonucu oluşan azot dioksitin yüksek konsantrasyonu, astım ve kalp ataklarına neden olabiliyor. Gazete haberine göre, tedbir olarak Oxford Caddesi’ne giden otobüs sayısını beşte bir oranında azaltan şehir yönetimi, hibrit motor kullanımı da özellikle teşvik ediyor.

 http://turkish.ruvr.ru/news/2014_07_09/dunyanin-en-pis-sokagi/  kaynak

Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/news/2014_07_09/dunyanin-en-pis-sokagi/
11:18 0

Bir insanın gözünden 19 cm boyunda kurt çıkartmak: Nematodlar!

Bir insanın gözünden 19 cm boyunda kurt çıkartmak: Nematodlar!

İpliksi solucan, yuvarlak solucan olarak geçen solucanlar; halk arasında genel olarak kurt diye bilindiği için bu başlık içerisinde öyle ifade edilmiştir.
Mesleğinizi insanlara duyurmak istiyorsanız bu ne demeniz yeterli, nerden biliyorsun diye de sorabilirsiniz. Biyoloji olmasaydı, sistematik düzenlemeler, literatür birikimi ve araştırma sahaları olmasaydı; ne olduğunu bilmeden, ne yapacağımızı bilmeden kurt deyip geçecektik. Bir çok insan hala “kurt” deyip geçmektedir. Mesleğinizin gereğini yapın, insanları bilgilendirin!

Nematoda, Yuvarlak solucanlar

Nema=iplik; Eidos=şekil, biçim demektir. Nematodlar iğ yada iplik şeklinde uzun vücutlu yuvarlak kurtlardır. Serbest yaşayan formları bir kaç milimetre olurken, parazit formlar küçük boylardan metrelerce boya kadar olabilirler.
Nematotların büyük bir kısmı sularda ve toprakta serbest olarak yaşadıkları halde diğer bir kısmı bitkilerde; yumuşakçalarda, annelidalarda ve omurgalılarda paraziter bir yaşam sürerler.
Sadece insana ait parazitle yeryüzünde 900 milyona yakın insan enfektedir. Ülkemizde düzenli prevalans  oranına sahip yörelerimiz de vardır. Alt yapı olanaklarının yetersiz olduğu, insan dışkısının yiyecek ve içeceklere bulaştığı ortamlarda parazitozda büyük bir yaygınlık gösterir. Her yaş grubunda görülmekle beraber 5-9 yaş  grubu okul öncesi ve okul çağı çocuklarda sık görülmektedir
Nematodların çoğu parazit yaşayanlarda dahil olmak üzere ayrı eşeylidirler. Sadece bir kaçı hermafrodidtir. Erkekler boylarının daha küçük olması ve arka uçlarının karın tarafa doğru kıvrılması ile dişilerden ayrılırlar.
Cinsel olgunluğu erişmiş parazitin bıraktığı yumurtalarında dışkıda görülmesi ile tanıya gidilir. Göçeden Ascaris larvaları, antikorların serolojik yöntemlerle saptanması ile tanınır.
Kaynak: Kişisel ders notları derleme, Anadolu Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, Omurgasız Hayvanlar Dersi
 http://www.biyolojigunlugu.com/bir-insanin-gozunden-19-cm-boyunda-kurt-cikartmak-nematodlar2
7 Temmuz 2014 Pazartesi
22:40 0

FDA kişisel dış iskeleti ilk kez onaylandı

 
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), ReWalk adı verilen ve türünün ilk örneği olan robotik cihazı onayladı. ReWalk (tekrar yürü), adından da anlaşıldığı gibi omurilik yaralanması geçirmiş milyonlarca insana, yeniden yürüyebilmeleri için modern teknolojinin yardımını sunuyor. Birleşik Devletler’de kişisel kullanım için onaylanan ilk dış iskelet olan ReWalk, onu giyen kişinin felç olmuş bacaklarını hareket ettirerek çalışıyor. Bu, robotiğin Skynet-tarzı robot kıyameti gibi karamsar tasarımların yanında insanların iyiliği için neler başarabileceğinin muhteşem bir örneği.
ReWalk kullanıcıyı destekleyecek şekilde, bacaklara ve üst vücuda kemerlerle bağlanıyor. Her kalça, diz ve ayak bileği bağlamına cihazın üzerinde bulunan bilgisayar ile kumanda edilen motorlar denk geliyor. Bacakların eklemli kısımları, buralarda cihazın sırt kısmında bulunan pil ve bilgisayara erişen dengeleyicilere kemerlerle bağlanıyorlar.
Belden aşağısı felçli hastaların pek çoğu bacaklarını kısmen hareket ettirebiliyorlar, ancak ReWalk’ı kullanırken bunu yapmalarına gerek yok. ReWalk bütün işi bileğe bağlı kablosuz kontrol cihazı ile yönetiyor. T7 ve L5 arası omurilik yaralanmasına sahip kişiler ReWalk’ı denemeliler. ReWalk sahip olduğu eğim sensörü ile ayakların çeşitli zeminlerde denk olarak yerleşmesini sağlıyor. Tüm bunlara karşın kullanıcılar robotik dış iskelet onları taşırken kendilerini bir çift koltuk değeneği ile dengelemeliler. Şirketin ReWalk kullanarak merdivenleri çıkan kişileri göstermesine karşın, bu özellik resmi olarak onaylanmış değil.
Kişisel robotiğin harekete dayalı kullanımları potansiyel olarak oldukça kullanışlı, bundan dolayı bu endüstri de ilk olarak buraya odaklanıyor. Buna benzer dış iskeletler oldukça geniş bir olası kullanım yelpazesine sahip. Sizin ağır cisimleri taşımanızı veya tek sıçrayışta yüksek binaları aşmanızı sağlayacak dış iskeletler düşünün. Buna benzer teknolojiler gelecekte insan gücünü artırmak için kullanılabilir. Ayrıca olası robotik savaşları da unutmamak gerek.
Birleşik Devletler’de bulunan ve felçli hastaların önemli bir kısmını oluşturan 200.000’den fazla kişi, tıbbi olarak ReWalk dış iskeletini kullanabilecekler. Ancak bu da ucuza mal olmayacak. Cihazın ev versiyonu yaklaşık olarak 70.000$ değerinde olacak. Ayrıca ABD’de bulunan sigorta şirketlerinin bu cihaz için ödeme yapacakları da kesin değil.
ReWalk almak isteyenlerin fiziksel koşulları yerine getirmeleri ve fizyoterapistlerin gözetiminde bir çeşit eğitimden geçmeleri gerekiyor.
Kaynak: extremetech.com/extreme/185758-fda-approves-first-ever-personal-exoskeleton
5 Temmuz 2014 Cumartesi
21:38 0

Yeni Archaeopteryx Fosili Kuşlarda Tüylerin Uçmadan Önce Evrimleştiğini Bir Kez Daha Doğruladı!


Dinozorlar döneminde yaşamış olan ve uçamayan bir kuş türü olan Archaeopteryx'in güzel bir şekilde korunarak yeni keşfedilen fosili, kuşlarda tüylerin uçma yeteneğinden önce evrimleştiği öngörüsüne yeni bir kanıt daha eklemiş oldu.

Archaeopteryx uzun bir zamandır en erken kuşlardan biri olarak bilinmektedir. Tüylü dinozorlar grubundan olan bu türe ait tüylü fosiller geçtiğimiz on yıllarda sıklıkla keşfedilmiştir. 2 Haziran 2014 tarihinde 150 milyon yıl yaşındaki türe ait yeni bir fosilin keşfi Nature dergisinde ilan edildi. Bu fosil, canlının başlarından ayaklarına kadar tüylerle kaplı olduğunu bir kez daha doğruladı. Bu önemli, çünkü daha önceki fosillerde sadece kanatlarda ve kuyrukta tüy olduğu görülüyordu.

Günümüzde "penaköz tüyler" adı verilen ve kuşlarda uçmaya yarayan tüyler, atalarındaki ısı yalıtımı amacıyla evrimleşen yumuşacık tüylerden farklıdır. Almanya'nın Münih kentinde bulunan Bavyera Paleontoloji ve Jeoloji Eyalet Koleksiyonları'nda çalışan ve makalenin baş yazarı olan Oliver Rauhut, yeni Archaeopteryx fosilinin kuşlarda uçuşun evrimine yeni bir bakış açısı kazandırdığını söylüyor ve şöyle ekliyor:

"Kesin olarak söyleyebileceğimiz tek şey, zaten uzun bir süredir düşünüldüğü gibi, tüylerin başlangıçta uçuş için evrimleşmediğidir."



Bir kuzgun boyutlarında olan Archaeopteryx'in ilk fosilleri 1861 yılında Almanya'daki bir kil taşı içerisinde bulundu. Bugüne kadar, bulgular arasına katılan bu yeni fosili de sayacak olursak, sadece 11 fosiline ulaşılabildi. Çin Omurgalı Paleontolojisi ve Paleoantropoloji Enstitüsü'nden Zhou Zhonghe şöyle söylüyor:

"Bu kadar harika bir şekilde korunmuş yeni bir Archaeopteryx fosilinin keşfi gerçekten heyecan vericidir."

İki ayakla teropod grubundan olan dinozorların (T-rex'in de içerisinde bulunduğu grup) büyük bir çoğunluğunda tüyler bulunuyor. Bilim insanları şimdi, bu tüylerin nasıl uçuşu sağlayabilecek şekilde evrimleştiği üzerinde duruyor. Penaköz tüylerin uçamayan Archaeopteryx'in vücudunu kaplıyor olması, ilk uçuşun yere yakın bölgelerde başladığına delil oluşturuyor.

Yeni keşfedilen fosilin bulunduğu ince tanecikli kil taşı üzerinde, Archaeopteryx'in kemiklerinin etrafını tüy izlenim fosilleri sarmış halde bulunuyor. Örneğin kafatası ezilmiş halde, ancak iskeletinin geri kalanının büyük bir kısmı zarar görmeden korunmuş. Hatta fosilin bacakları da tıpkı bir pantolon gibi tüyler tarafından kaplanmış halde.

Bu türün kanatlarında bulunan tüylerin uzunluğu, daha önceki keşiflere kıyasla beklenenden kısa. Bu da, tıpkı düşünüldüğü gibi Archaeopteryx'in uçamayan bir kuş türü olduğunun kesinlik seviyesini arttırıyor. New York'ta bulunan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nde paleontolog olan ve tüylü dinozorlar üzerinde uzun bir süredir çalışan Mark Norell şöyle söylüyor:

"Muhtemelen hiç de bir kuş gibi uçamıyordu. Belki anca zorladığında bir hindi kadar uçuyor olabilir. Diğer tüylü dinozorlarda da görüldüğü gibi, uçmaya yarayan tüylerin izolasyon amaçlı tüylerden evrimleştiğini düşünmek mantıklı bir argümandır. O zamandan kuşların uçuşuna kadar geçen sürede bu tüyler birçok amaca hizmet etmiş olabilir; yuva yapımından tutun da kamuflaja kadar... Şu etapta tüylerin şu veya bu tekil sebeple evrimleştiğini söylemek çok zor."

Araştırmanın yazarları penaköz tüylerin erken kuş türlerinde başlıca karşı cinsiyeti etkileme amaçlı evrimleştiğini söylüyorlar. Tıpkı günümüzdeki erkek tavuskuşlarının dişilerini etkilemesine yarayan tüyleri gibi. Söz konusu tüylerin, Archaeopteryx'in ve diğer uçamayan kuşların atalarında evrimleştiği düşünülüyor. Aynı zamanda bu tüyler, Archaeopteryx'in de dahil olduğu dinozorlar ailesi içerisinde yaygın olarak görülüyor. Rauhut şöyle açıklıyor:

"Penaköz tüyler bir defa evrimleştikten sonra erken tüylü dinozorlar nihayetinde onları uçmak için kullanmış olabilir. Hatta uçuş, gelişmiş avcı dinozorlardan birden fazla defa bile evrimleşmiş olabilir."

Özüne bakılacak olursa araştırmacılar, yerden yükselmeyi sağlayacak şekilde tüylere dayalı uçuşun evriminin erken kuşlara kanat çırpmanın avantaj sağlamasından ötürü gerçekleştiğini ileri sürüyorlar. Tıpkı vahşi hindilerin bugün avcılarından kaçmak için yaptıkları gibi... Araştırma ekibi, "ağaçlardan aşağı atlama" nedeniyle uçmanın evrimleştiğini ileri sürenlere karşı çıkıyorlar. Karşı çıktıkları bu argümana göre kuşlar, öncelikle ağaçlardan süzülecek şekilde kanatlarını kullandılar, sonrasında ise uçacak şekilde evrimleştiler.

Birleşik Krallık'taki Bristol Üniversitesi'nden Jakob Vinther penaköz tüylerin erken kuşlarda eş çekmek için kullanıldığı fikrine katılıyor olsa da, aynı zamanda bu erken kuşların en azından bazılarının ağaçlardan süzülebildiğini düşünüyor. Örneğin tüylü ayaklar onların havada süzülürken yönlenmelerine yardımcı olacaktır. Dolayısıyla Vinther, araştırmacıların sundukları evrimsel şemadan kuşku duyduğunu söylüyor. Zhou da benzer şekilde bu "yerden yukarı" evrim şemasına kuşkuyla yaklaşıyor ve şunları anlatıyor:

"Gerçekten de tek bir uyum başarısı avantajını ayırt ederek tüylerin kökeni ve gelişiminin evrimsel nedenini tespit etmek çok zordur. Hatta birçok durumda, tüylerin evrimine neden olan birden fazla seçilim baskısının bir karışımıdır. Bu baskıların birbirinden farklı oluşu, kuşların dinozorlardan evriminde tüy dağılımlarının da farklı olmasına neden olmaktadır."

Çeviren: ÇMB (Evrim Ağacı)

Kaynak: NatGeo
Etiketler:
10:45 0

“Süper Venüs” keşfedildi

Güneş Sistemi dışındaki gezegenleri aramamıza bizi teşvik eden etkenlerden biri, açıkça, Dünya’ya benzer özelliklere sahip yabancı gezegenler bulma arzusudur. Yakın zamanda bizden 16 ışık yılı ötede bulunan bir yıldız etrafında dönen yeni bir gezegen keşfedildi. Astronomlar bu gezegeni “yerleşilebilir” ve “süper-dünya” sıfatlarıyla tanımlasalar da gerçek bundan daha farklı.
Gliese 832c bir kızıl cüce yıldızın etrafında yörüngede bulunuyor ve New South Wales Üniversitesi’nde çalışan Robert Wittenmyer’ın yönettiği uluslararası Anglo-Avustralya Gezegen Araştırma ekibi tarafından keşfedildi. Bu keşif hakkında yazılan makale Astrophysical Journal’da yayımladı.
Kızıl cüce yıldızlar, küçük, soluk yıldızlardır. Bunlar bizim Güneş’imizden daha az enerji üretirler. Bu nedenle kızıl cüce etrafında dönen bir gezegenin yüzeyinde sıvı halde su bulundurabilmesi için yörüngesinin yıldıza çok daha yakın olması gerekir. Söz konusu Gliese 832 olduğunda, sahip olduğu “yerleşilebilir” alan oldukça küçük. Gliese 832, 36 günlük bir yörüngesel periyoda sahip. Dünya’dan 5 kat daha fazla kütleye sahip olduğu ve kayasal bir yüzeye sahip olma olasılığı yüksek olduğu için bu gezegen “yerleşilebilir” olarak niteleniyor. Gerçekten de, Gliese 832c bilinen gezegenler arasında Dünya Benzerlik Endeksi sıralamasına göre üçüncü sırada bulunuyor.
Bunlara rağmen mavi gökyüzünün, okyanusların ve bereketli yabancı ormanların hayallerini kurmayın – bu dünya büyük ihtimalle herhangi bir yaşam belirtisini boğacaktır (bizim tanıdığımız şekliyle ‘yaşamı’ elbette).
“Gezegenin kütlesine bakılırsa, görünüşe göre devasa bir atmosfer bulundurması olası, bu da gezegeni konuk sevmez yapacaktır,” diyor ortak araştırmacı Chris Tinney, kendisi de New South Wales Üniversitesi’nden. “Daha yoğun bir atmosfer ısıyı hapsedecektir ve gezegeni bir süper-Venüs yapacaktır. Bu ise yaşam için fazla sıcak bir ortamdır.”
Tıpkı Venüs gibi, Gliese 832c’de kontrolden çıkmış bir sera etkisi nedeniyle aşırı ısınmaya maruz kalıyor. Bu durumda, gezegenin yörüngesel konumu suyun yüzeyde sıvı halde bulunmasına izin verse de, bu sera etkisi ve yıldızdan gelen morötesi ışınlar suyu moleküler düzeyde parçalayacaklardır.
Elbette astronomların Gliese 832c’nin atmosferinde hangi kimyasalların bulunduğuna dair bir fikirleri yok. Bir kere, bu gezegenin kendisi etrafında döndüğü yıldız üzerine uyguladığı kütle çekimsel etkisi sayesinde keşfedildi. Bu nedenle atmosferi hakkında bir bilgimiz yok (eğer atmosferi varsa tabii). Suya sahip olup olmadığını da bilmiyoruz. Kesin hız hesapları ile saptanabilen bu kütle çekimsel etki, Avustralya’daki  Anglo-Avusturya Teleskopu (AAT) ve Şile’de bulunan diğer iki teleskobun verilerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkarıldı.
2009 yılında aynı araştırma takımı Gliese 832 yıldızı etrafında dolanan başka bir gezegen keşfettiler. Tıpkı Jüpiter gibi bir gaz devi olduğu düşünülen bu gezegen, Gliese 832b, yıldız etrafında dönüşünü 9 yılda tamamlıyor. İşte tam bu nedenle astronomlar bu sistemin bizim Güneş Sistemi’miz gibi çok gezegenli bir sistemi temsil ettiğini düşünüyorlar. Tek fark Gliese 832 yıldızının oluşturduğu sistemin daha sıkışık olması. Gelecekte de bu sisteme ilişkin daha fazla gezegenin keşfedilmesi bekleniyor.
“Dışta bulunan bu dev gezegen ve içte bulunan bu olası kayasal gezegen bizim Güneş Sistemi’mizin küçük bir kopyasına benziyor,” diyerek ekliyor Tinney.
Sonuç olarak Gliese 832c’nin Dünya-benzeri olduğu şeklindeki manşetlere aldanmayın – kendisi büyük olasılıkla Venüs-benzeri ve biz Dünyalı yaşam formlarına oldukça yabancı bir gezegen.



http://www.bilim.org/super-venus-kesfedildi.html
10:39 0

900 ışık yılı uzaklıkta Dünya büyüklüğünde elmas keşfedildi


Dünya'nın en büyük elması olan Cullinan elması kesilmeden önce 3.100 karattı. Yaklaşık değeri 2 milyar dolar olan elmas sadece 620 gram geliyordu. Bu taş, diğer elmaslara kıyasla devasa olsa da, gezegenimizden 900 ışık yılı uzaklıktaki Dünya büyüklüğünde olan elmasa kıyasla sadece bir toz zerreciği.
Aquarius takımyıldızının yakınındaki bir beyaz cüce yıldıza eşlik eden PSR J2222-0137 inanılmaz düşük bir sıcaklığa sahip, sadece 2.760 derece Celcius. Bu, astronomların keşfettiği en soğuk cisim – doğrusu o kadar soğuk ki, tıpkı büyük değer verdiğimiz elmaslar gibi, kristalleşmiş karbondan meydana gelmesi olası.
Tüm bu heyecan verici buluşlar bir yana, ışık hızında bile oraya varmamız 10 insan ömrü sürerdi. Bu nedenle bu devasa elmasların buraya getirilmesi pek mümkün görünmüyor.

Kaynak
http://www.engadget.com/2014/06/26/earth-sized-diamond/
03:38 0

Siz, Aslında ''Siz'' Değilsiniz! Vücudumuzdaki Mikroplar...

Vücudunuzun kaçı size ait, yani Homo sapiens türünün hücrelerinden oluşuyor dersiniz? Ortalama bir yetişkin insanın vücudunda kendine ait ve türe has 100 trilyon hücre bulunmaktadır. Yani bünyenizde ortalama olarak 100 trilyon adet Homo sapiens hücresi bulunur.

Buna karşılık olarak ortalama 1.500 trilyon (=1.5 katrilyon) civarı mikrobik hücre bulunur. Yani Homo sapienstürüne ait hücre olmayan, başka türden canlılardan bu kadar sayıda vücudunuzda bulunur.

Biraz daha "çirkinleşecek" olursak, dışkınızın ortalama olarak %60'ı bağırsaklarınızda yaşayan mikroplardan oluşmaktadır!

En iyi ihtimalle vücudunuzun sayısal açıdan yaklaşık olarak %10'u gerçekten size aittir; kalanı ise sizi konak olarak kullanan ve bir kısmı size bağımlı olan mikroplara...

Hepimiz ayakkabı giymiş petri kaplarıyız! 

Not: Petri kabı laboratuvarlarda bakterilerin üretilmesi ve incelenmesi için kullanılan plastik kapların adıdır.

Not-2: Bir hayvan türü olan insanda bulunan hayvan hücreleri, hacim olarak mikrobik prokaryotlardan 100-1000 katdaha büyüktürler. Bu yüzden dışarıdan bakıldığında, bu devasa sayı farkına rağmen daha çok "sıradan bir hayvan türü" gibi gözükürüz, mikroplardan oluşan bir yığına benzemektense... Ancak içimizin sayıca büyük kısmını mikroplar kaplar. Üstelik bu, diğer tüm hayvanlar için de geçerlidir. Hacim farkı, sayı farkına izin verebilmektedir.

Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)

Kaynaklar ve İleri Okuma: